Değerli Meslektaşlarım,
TJOD
İstanbul
Bülteni’nin
bu
sayısında
da
güzel
bir
röportaj
ve
güncel
makaleler ile karşınızdayız.
Bu
sayımızda
Dr.
Lütfiye
Uygur
emektar
Kadın
Doğum
uzmanlarımızdan
biri
olan
Dr.
Vedat
Dayıcıoğlu
ile
röportaj
gerçekleştirdi.
Özellikle
görevi
başında
öldürülen
Dr.
Ekrem
Karakaya’yı
kaybettiğimiz,
TUS
Kadın
Hastalıkları
ve
Doğum
puanlarının
düştüğü
ve
morallerin
bozulduğu
bu
günlerde
Dr.
Vedat
Dayıcıoğlu’nun
umut
veren
mesajı
beni
çok
etkiledi.
Dr.Vedat
Dayıcıoğlu’na
röportajı
kabul
ettiği
için
ve
Dr.Lütfiye
Uygur’a
bu
güzel
röportajı
yaptığı
için
teşekkür ederim.
Bu
sayımızda
Dr.
Hakan
Erenel
Maternal-Fetal
Medicine
Derneğinin
ikinci
trimesterde
saptanan
izole
soft
ultrason
markerları
ile
ilgili
önerilerini
özetledi.
Dr.
Burak
Giray;
ESGO,ISVVD,
ECSVD
ve
EFC
cemiyetlerinin
preinvazif
vulvar
lezyonlar
ile
ilgili
ortak
önerilerini
özetledi.
Dr.
İnci
Sema
Taş,
tek
insizyonlu
minislinglerin
36
aylık
takip
sonuçlarını
özetledi.
Dr.
İrem
Usta
Korkut
ise
ACOG’un
adölesanlarda
dismenore
ve
endometriozis
ile
ilgili
komite
görüşünü
özetledi.
TJOD
İstanbul
Bülteni’nin
bu
sayısına
katkıda
bulunan
(soyadı
sırasına
göre)
Dr.Hakan
Erenel,
Dr.
Burak
Giray, Dr. İnci Sema Taş, Dr. İrem Usta Korkut, Dr.Lütfiye Uygur’a teşekkür ederim.
Bültenimiz
ile
ilgili
görüş
ve
önerilerinizi
bana
(fgungor@yahoo.com)
veya
TJOD
İstanbul
mail
adresine
iletebilirsiniz.
Keyifli bir yaz geçirmenizi dilerim.
Saygılarımla,
Dr. Funda Güngör UĞURLUCAN
Ağustos 2022
Bu Sayımıza Katkılarından Dolayı Teşekkürler
Soyadı Sırasıyla
Dr. Hakan Erenel
Dr. Burak Giray
Dr. İnci Sema Taş
Dr. İrem Usta Korkut
Dr. Lütfiye Uygur
OP. DR. VEDAT ERKAN DAYICIOĞLU
Söyleşi: Dr. Lütfiye Uygur
Hocam,
öncelikle
söyleşi
talebimizi
kabul
edip
bize
zaman
ayırdığınız
için
minnettarız.
Bize
kendinizi
tanıtıp
eğitim
ve
meslek
hayatınızdan
bahseder
misiniz?
Değerli
meslektaşlarım,
öncelikle
bu
söyleşi
imkanını
verdiğiniz
için
çok
teşekkür
ederim.
Mesleki
anılarımı-görüşlerimi
siz
değerli
kardeşlerimle
paylaşabilmenin
mutluluğunu
yaşıyorum.
1967
yılında
liseden
mezun
olup
Hacettepe
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi’ni
kazandığımı
öğrendiğimde
kendimi
çok
mutlu
hissetmiştim.
1967
yılı
Hacettepe’nin
üniversiteye
dönüştüğü
yıl
idi.
Rahmetli
İhsan
Doğramacı
hocamızın
ve
tüm
diğer
hocalarımızın
olağanüstü
çalışmaları
ile
her
geçen
gün
gelişip
hızla
büyüyen
Hacettepe
Üniversitesi
Tıp
Fakültemizden
7.
yılın
sonunda
1974
de
tıp
doktoru
olarak
mezun
oldum.
Uzmanlık
eğitimime
1974’te
Hacettepe
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi’nde
başladım
ve
Kayseri’deki
Hacettepe
Üniversitesi
Gevher
Nesibe
Tıp
Fakültesi’nde
(güncel
adı
ile
Erciyes
Üniversitesi)
devam
ederek
1978
yılında
tamamladım.
Yeni
açılışı
yapılmış
olan
bu
fakültemizin
2
kişilik
ilk
asistan
kadrosundan
birisi
de
benimki
idi.
Aynı
fakültede
8
ay
öğretim
görevlisi
olarak
çalıştıktan
ve
takiben
Sivas
Asker
Hastanesi’nde
18
aylık
yedek
subaylık
görevimi
de
tamamladıktan
sonra
kendi
isteğim
ile
1981’de
Ayvalık
Devlet
Hastanesi’nde
çalışmaya
başladım.
Kasabanın
tek
hastanesi
olan
bu
hastanede
tek
jinekolog
olarak
4
yıl
görev
yaptım.
O
yılların
koşullarında
50
yataklı
kasaba
hastanesi
olmasının
alt
yapı
eksiklikleri
ile
uğraşmanın
yanısıra,
tek
doktor
olmanın
yarattığı
saat
kavramsız
7-24
çalışmanın
etkileri
ile,
aslında
yaşamak
için
harika
bir
yer
olan
sayısız
güzelliklerle dolu olan bu sahil kasabamızdan ayrılmaya karar verdim.
Ankara
Doğumevi’nin
o
zamanki
başhekimi
rahmetli
Ziya
Durmuş
ve
Zeynep
Kamil
Kadın
ve
Çocuk
Hastalıkları
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi
başhekimi
rahmetli
Burhanettin
Üstünel
hocalarımızın
da
olduğu
jüri
önünde
verdiğim
sınav
ile
1985
yılında
Zeynep
Kamil
Kadın
ve
Çocuk
Hastalıkları
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi’ne
klinik
şef
muavini
olarak
atandım.
Bunu
aynı
hastanede
çalışmaya
devam
ederekten,
1991
yılında
Klinik
Şefi
kadrosuna
atanmam
takip
etti.
Zeynep
Kamil’deki
çalışma
yaşamım
2011’de
kendi
talebim
ile emekli oluncaya kadar 27 yıl aralıksız devam etti.
2011 Yılında Ülkemiz genelindeki ilk perinatoloji Yan Dal Uzmanları arasında yerimi aldım.
Hekimlik mesleğini ve kadın hastalıkları ve doğum hekimliğini nasıl tercih ettiniz?
Lise
yıllarımda
evimizdeki
kişisel
odamın
kapısına
“Op.Dr.Vedat
Dayıcıoğlu”
tabelası
astığımı
hatırlıyorum.
Tıp
Doktoru
olma
arzumun
bu
yıllardan
başladığını
söyleyebilirim.
Tıp
Fakültesi
stajlarım
sırasında
rahmetli
Nusret
Fişek
hocamızın
başlatıp
geliştirdiği
“Toplum
Hekimliği”
faaliyetleri
kapsamında
Ankara
Etimesgut
Kazan
İlçesi
sağlık
ocağındaki
ve
Ankara
Gülveren
İlçesi
sağlık
ocağındaki
eğitimlerim
sırasında
Ana
Sağlığı
Kadın
Hastalıkları
ve
Doğum
Anabilim
dalına
ilgi
duymaya
başladığımı
anımsıyorum.
1971’lerde
başlayan
bu
ilgim,
daha sonraları kendi isteğimle 2021 yılında mesleki faaliyetime son verene kadar aralıksız süregeldi.
Perinatoloji dalına yönlenmeniz nasıl gelişti? Özel bir nedeni oldu mu?
Meslek
yaşantım
boyunca
özellikle
preeklampsi-eklampsi
olgularının
takip
ve
tedavileri,
bu
konuda
yaşadığımız
mesleki
güçlükleri
aşma
gayretleri
hep
yüksek
ilgi
alanım
içinde
olmuştu.
Genel
başlığı
ile
gebelikte
hipertansif
hastalıkların
takip
ve
tedavilerine
olan
ilgimin
perinatoloji
yan
dalına
yönelmeme
çok
etkisi
olduğunu
söyleyebilirim.
Nitekim
55’ten
fazla
sevgili
asistanımın
önemli
bir
kısmının
tez
konusunu
da
bu
alanda
seçmiştik.
Bunların
önemli
bir
kısmı
sonraları
uluslararası
çok
önemli
yere
sahip
tıp
kitaplarında
ve
dergilerinde
yayınlanıp
dünya
tıbbına
katkılarda
bulundular.
Bu
alandaki
ve
diğer
alanlardaki
başarılı
tez
çalışmaları ve yayınları için tüm asistanlarımı kutluyor hepsinin gözlerinden öpüyorum.
Hacettepe
Üniversitesi’nde
başlayan
hekimlik
yolculuğunuzdan
bugüne
kadarki
hayatınızda
geriye
dönseydiniz değiştirmek isteyeceğiniz şeyler var mıdır?
Geriye
dönüp
baktığımda
mesleki
zorluklarımız
olmuş
muydu?
Elbette
çok
olmuştu.
Bizim
dönemimizde
bu
günlerdeki
gibi
mecburi
hizmetler
yok
idi,
bu
şüphesiz
tercihlerimizi
özgürce
oluşturmak
adına
olumlu
bir
durum
idi.
Öte
yandan
asistanlık
eğitimim
boyunca
nöbet
ertesi
izini
de
olmaksızın
gün
aşırı
nöbet
tutmuştum.
Çok
kısıtlı
koşullarda
kasaba
hastanesinde
tek
hekim
olarak
imkanları
aşan
bir
sorumluluk
altında
çalışmıştım,
27
yıl
boyunca
Zeynep
Kamil
Hastanemizin
hasta
yoğunluğunun
ve
mesleki
eğiticiliğinin
sorumluluğuna
katkıda
bulunmuştum.
Şimdilerde
hepsinin
sayısız
güzel
anılarını
hatırlıyorum.
Tekrar
dünyaya
gelsem
gene
tıp
doktoru
–jinekolog
–
perinatolog
olarak
yaşamak
isterdim,
tüm
zorluklarına
rağmen
bu
tercihlerimden
dolayı
asla pişman olmadım.
Daha
üst
düzey
idari-mesleki
yetkilere
sahip
bir
konumda
olsaydım
ne
yapmak
isterdim?
Hem
yıllar
içinde
hem
ülkemiz
hudutları
içinde
aynı
dönemi
paylaşan
tüm
mesleki
eğitim
müesseselerimiz
arasında
alt
yapı
ve
eğitim standartlarının aynı olamasa da birbirine yakın düzeylerde oluşturulmasına katkıda bulunmak isterdim.
Zeynep
Kamil
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesine
uzun
yıllar
şeflik
yaptınız,
ordaki
yıllarınızdan
aklınızda
kalan, ‘genç meslektaşlarıma bu anımı mutlaka anlatmalıyım’ dediğiniz bir anınız var mı?
Zeynep
Kamil
Kadın
ve
Çocuk
Hastalıkları
Eğitim
ve
Araştırma
Hastanesi’nde
6
yılı
şef
muavinliği
(1985-
1991),
21
yılı
klinik
şefliği
(1991-2011)
kadrosunda
olmak
üzere
yaklaşık
27
yıl
görev
yaptım.
Bunca
uzun
yıl
içinde
şüphesiz
pek
çok
kayda
değer
anıya
sahibim.
Bunlardan
birisini
şöyle
paylaşayım:
tıp
doktorluğumu
ve
uzmanlığımı
Hacettepe
Üniversitesi’nden
almış
olmamın
haklı
gururunu
ve
güvenini
hep
içimde
hissetmişimdir.
Bu
eğitim
dönemimde
kendimce
biraz
da
“Bizler
özellikle
teorik
olarak
çok
daha
ileri
düzeyde
bilgiye
sahibiz”
duygusu
edinmiştim.
Bu
inancım
kendime
güven
açısından
iyi
de
hissettirmekte
idi.
Ancak
pratik
uygulamalar
temelinde
bunun
hiç
de
böyle
olmadığını
Zeynep
Kamil
Hastanemizde
göreve
başladıktan
sonraki
ilk
nöbetimde
tokat
yemiş
gibi
anlamıştım.
Tek
uzman
olarak
sorumluluk
üstlendiğim
daha
ilk
nöbetimde,
o
yıllarda
günde
80-100
doğum
sayısı
temposu
ile
çalışan
hastanemizde
nöbet
süremi
tamamlayıp
sorunsuz
nöbetimi
devredene
kadar
neler
çektiğimi
ben
biliyorum.
Pratikteki
eksikliklerimle
olanca
gerçekliği
ile
yüzleşmek
durumunda
kalmıştım.
Bunu
izleyen
zamanlarda
kendim
şef
muavini
kadrosunda
olsam
da,
yıllarını
bu
hastanede
geçirmiş
benden
ileri
yaşlı
başasistanlarımdan
ve
hastanemizin
değerli
şef
muavini
ve
şeflerinden
pek
çok
pratik
bilgi
beceri
edinerek
yoluma
güvenle
devam
edebilmiştim.
Bu
vesile
ile
aramızdan
ayrılmış olan değerli meslektaşlarımın hepsini saygıyla minnetle rahmetle anmak isterim.
Kısacası
sadece
teorik
olarak
birşeyleri
daha
iyi
bildiğini
zannetmenin
pratikte
hiç
de
yeterli
olmadığını,
olamadığını
Zeynep
Kamil
Hastanemizdeki
ilk
nöbetimde
yaşayıp
anlamıştım.
Buradan
genç
meslektaşlarım
için
eve
götürülecek
mesajlar:
Öncelikle
bilinmeli
ki
teorik
bilgi
ve
pratik
deneyim
bir
kuşun
iki
kanadı
gibidir,
biri
diğerinin
tamamlayıcısıdır,
biri
olmadan
öteki
de
işe
yaramaz.
Mesleki
başarı
için
her
ikisine
birlikte
sahibolmak
gerekir.
“Kitap
kanamaz”
diye
bir
özdeyiş
vardır,
kitaptan
okumak
pratikte
tek
başına
yeterli
değildir.
Bu
konuda
aklıma
gelen
diğer
bir
özdeyiş
de:
“Gör,
yap,
yaptır”
şeklindeki
ifadedir.
Hekim
hekimden
öğrenir;
ustalık-çıraklık
müessesesi
asla
gözardı
edilmemelidir.
Bilinmeyenler
öğrenilmeli,
bilinenler
öğretilmelidir, bilgi paylaştıkça gelişir.
Hekimlik
mesleğinin
ve
özellikle
Kadın
Hastalıkları
ve
Doğum
branşının
güncel
durumu
ile
ilgili
neler
söylemek
istersiniz?
Sizce
olumlu
veya
olumsuz
önemli
bir
dönüşüm
oldu
mu?
Olduysa
bu
dönüşüm
süreci nasıl işledi?
Son
zamanlarda
özellikle
tıp
fakültelerinin
öğrenci
sayısından
başlayarak
kontenjanların
olağanüstü
miktarlarda
arttırılmasının
temel
tıp
ve
uzmanlık
eğitimlerinin
standartlarını
önemli
ölçüde
düşüreceğine
inanıyor,
eğitim
kurumlarının
kapasitelerinin
üzerinde
öğrenci
yetiştirmek
zorunda
bırakılmış
olmalarını
endişe
ile
izliyorum.
Ben
Hacettepe
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi’ne
başladığımda
sınıfımız
160
kişi
idi,
7
yılın
sonunda
da
120
kişi
olarak
mezun
olmuştuk.
Asistan
olarak
da
aynı
yıl
dilimi
içinde
yalnızca
2
kişi
idik.
Bugünkü
rakamları
bilmiyorum
ama
endişe
verici
seviyelerde
olduğu
aşikar.
Böyle
ortamlarda
özellikle
cerrahi
tıp
branşlarında birebir ustalık-çıraklık müessesesinin ideal çalışamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Benim
asistanlık
dönemlerimde
en
tercih
edilen
branşlar
kadın-doğum
ve
göz
uzmanlıkları
idi.
Kadın
hastalıkları
ve
doğum
anabilim
dalının,
son
yıllarda
artan
adli
sorunlar
nedeniyle
hayli
daha
az
tercih
edilir
olmasından da endişe duyuyorum.
Sağlık
alt
yapılarının
fiziksel
olarak
geçmiş
dekadlar
içerisinde
giderek
daha
iyileştirilmiş
olması
ise
olumlu
bir
gelişme.
Ülkemiz
genelinde
devlet
bünyesinde
olsun
özel
sektöre
ait
olsun
çok
daha
iyi
alt
yapılara
sahip
hastaneler
açılmış
ve
açılmaktadır.
Kendi
çalışma
hayatım
özelindeki
bir
örnek
olarak
da
Zeynep
Kamil
Hastanesi
binalarının
(benim
çalışma
dönemimden
sonra
gerçekleşmiş
olsa
da)
kapsamlı
şekilde
revize
edilmiş olmasını belirtebilirim.
Mesleğimizle
ilgili
başta
şiddet
olayları
ve
itibarsızlaştırma
ile
ilgili
son
yıllarda
derin
kaygılarımız
mevcut.
Son
aylarda
hekimler
bu
konularda
seslerini
duyurmaya
çalışıyor.
Sizin
bu
konularda
düşünceleriniz neler?
Bu
konularda
güncel
yaşananlar
bağlamında
doğaldır
ki
son
derece
üzgünüm.
Bu
sorunların
en
kısa
sürede
en
etkin
ve
en
kalıcı
şekilde
düzeltilmesi
gereği
hepimizin
malumudur.
Konuya
ilişkin
yasal
düzenlemelerin,
gelişmiş
ülkeler
örnek
alınarak
hızla
düzeltilmesi
ve
bunun
paralelinde
güncel
pratikte
de
gerekli
önlemlerin
hızla alınması olmazsa olmaz gerekliliklerdir.
Genç
meslektaşlarımın
sorunun
çözümüne
yönelik
katkıları
nasıl
olabilir?
Yetkililere
sorunun
çözümüne
yönelik
önerilerini
daha
etkin
nasıl
iletebilirler?
Bu
konuda
bireysel
gayretlerden
çok,
ilişkili
meslek
kuruluşları
yoluyla
yapacakları
girişimlerin
daha
etkin
olacağı
inancındayım.
Soruna
çözüm
bulmaya
çalışan
Türk
Tabipleri
Birliği,
yerel
Tabip
Odaları,
çok
sayıdaki
uzmanlık
dernekleri
gibi
müesseselerimizin
gayretlerine
destek
olmanız
çözümü
kolaylaştırır.
Sonuçta
bu
güzel
ülke
hepimizin;
birimizin
kazancı
hepimizin
kazancı
olacaktır;
iyi
sonuçlara
doğru
stratejilerle
ulaşılabilecektir.
Mesleki
özlük
haklarımızın,
gelişmiş
ülkeler
örnek
alınaraktan
revize
edilip
iyileştirilmesi,
mesleki
yetkililerimizden
ve
siyasi
karar
alıcılarımızdan
haklı
beklentilerimiz
arasındadır.
Son
olarak
mecburi
hizmet
ve
özlük
haklarımıza
ilişkin
görüşlerimi
de
paylaşmak
isterim.
Lisansı,
uzmanlığı,
yan
dalı
takiben
tekraren
mecburi
hizmet
zorunluluğu,
kabul
edilesi
bir
uygulama
değildir.
İlgili
yerlere
mecburi
hizmet
uygulaması
ile
değil,
tam
tersine
o
bölgelerde
çalışacaklara
özel
teşvikler
sağlayarak
eleman
gönderilmesinin
çok
daha
başarılı
sonuçlar
sağlayacağı,
hem
hizmet
alan
hem
de
hizmet
verenin
daha
mutlu
olacağı düşüncesindeyim.
Uzaktan
izlediğimiz
mutlu
bir
aile
hayatınız,
özenerek
takip
ettiğimiz
hobileriniz
var.
Mesleğin
yoğunluğu ile aile hayatı arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz? Bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir?
Hobilerim
ve
ilgi
alanlarım
arasında
amatör
sporlar
(yüzme,
sutopu,
tüplü
dalış,
kayak,
paraşütçülük);
müzik
(klasik
piyano);
motorsiklet
kullanımı;
ülke
içi
ve
dışı
seyahatler
yeraldı.
Bunların
hepsi
de
geriye
dönüp
baktığımda
“iyi
ki
yapmışım”
dediğim
etkinliklerdi.
Siz
genç
meslektaşlarıma
da
hobilerinize
zaman
ayırmanızı
ısrarla öneririm.
Mutlu
bir
aile
yaşamı
insanların
çalışma
başarısının
da
temelini
oluşturur.
Tıp
doktorluğu
gibi
ömür
boyu
özverili
çalışma
gerektiren
bir
meslekte
aile
üyelerinin
dayanışmalarının
gereği
açıktır.
Benim
iki
çocuğumdan
birisi
yüksek
mimar
ve
peyzaj
mimarı
olarak
çalışmakta,
diğer
çocuğum
da
ABD
‘de
Güney
Florida
Üniversitesinde
Plastik
Cerrahi
Uzmanı
(
Prof.Dr.)
olarak
mesleki
faaliyetini
sürdüregelmekte
ve
kendi
çapında
Türk
Tıbbını
uzaklarda
başarı
ile
temsil
edegelmekte.
Bir
nesil
daha
aşağıda
da
bebeklik
ve
erken
çocukluk
dönemlerini yaşayan 5 torunum var.
Değerli
genç
meslektaşlarım,
bana
bu
söyleşi
imkanını
verdikleri
için
başta
TJOD
İstanbul
ve
değerli
meslektaşım
Perinatolog
Doktor
Lütfiye
Uygur
kardeşim
olmak
üzere
ilgili
tüm
meslektaşlarıma
çok
teşekkür
ederim.
Hepinize
çok
güveniyorum,
memleketimizin
dört
bir
köşesinde
zorlu
koşullarda
emeğinizin
karşılığını
da
yeterince
almaksızın
fedakarca
çalışmakta
olduğunuzu
hissedebiliyorum.
Meslek
yaşamlarınız
boyunca
karşınıza
çıkacak
her
engeli
aşacağınızdan,
birbirinize
destek
olup
dayanışarak
mesleklerinizi
üstün
performansla
sürdüreceğinizden
eminim.
Karamsarlıklara
asla
geçit
vermeyin,
geleceklerinize
güvenle
bakın,
yolunuz daima açık olsun, kalın sağlıcakla…
Özet
Prenatal
ultrasonda
soft
markerlar,
yaşa
bağlı
ve
serum
belirteçleri
ile
yapılan
tarama
stratejilerindeki
trizomi
21
saptama
oranlarını
güçlendirmek
üzere
tanımlanmıştır.
Bu
makalenin
amacı,
güncel
maternal
serum
belirteçleri
ve
hücre
dışı
DNA
ile
tarama
seçeneklerinin
varlığında
izole
soft
ultrason
markerlarının
değerlendirilmesi
ve
yönetimi
ile
ilgili
öneriler
sunmaktır.
Makale
içinde
“izole”
terimi,
herhangi
bir
fetal
yapısal
anomali,
gelişme
kısıtlılığı
yokluğunda
veya
detaylı
obstetrik
ultrason
değerlendirmesini
takiben
herhangi
bir
ek
soft
marker
saptanmayan
olgular
için
kullanılmıştır.
“Serum
tarama
yöntemleri”,
ilk
trimester
tarama,
entegre
tarama,
ardışık
tarama,
bağımlı
tarama
veya
dörtlü
tarama
olmak
üzere
tüm
maternal
tarama
stratejilerini
kapsamaktadır.
Society
for
Maternal-Fetal
Medicine,
izole
soft
markerların
değerlendirmesi
ve
yönetimi
için
şu
yaklaşımı
önermektedir:
negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
soft
marker
değerlendirmesinde
sadece
anöploidi
için
tanısal
test
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1B);
anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
ekojen
intrakardiyak
odak,
ekojen
barsak,
üriner
sistem
dilatasyonu
izlenen
veya
kısa
femur,
kısa
humerus
ya
da
ikisi
birden
mevcut
olan
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B);
anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
artmış
nukal
kalınlık
veya
izole
nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisi
izlenen
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
veya
klinik
koşullara
ya
da
hastanın
tercihine
göre
amniyosentez
ile
tanısal
test
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B);
anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
koroid
pleksus
kisti
izlenen
gebelere,
trizomi
18
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1C);
negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
ekojen
intrakardiyak
odak
klinik
önemi
olmayan,
fetal
ekokardiyografi,
takip
İkincİ Trİmester Anöploİdİ TaramasInda İzole Soft Ultrason
MarkerlarInIn Değerlendİrİlmesİ ve Yönetİmİ
ultrason
görüntüleme
veya
postnatal
değerlendirme
endikasyonu
olmayan
normalin
varyantı
bir
bulgu
olarak
kabul
edilir,
ek
değerlendirme
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1B);
negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
fetal
ekojen
barsak,
üriner
sistem
dilatasyonu
veya
kısa
femur,
kısa
humerus
ya
da
ikisi
birden
mevcut
olan
gebelere
ilave
anöploidi
değerlendirmesi
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1B);
negatif
serum
tarama
sonuçları
olan
ve
izole
artmış
nukal
kalınlık
veya
izole
nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisi
izlenen
gebelere,
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
veya
klinik
koşullara
ya
da
hastanın
tercihine
göre
amniyosentez
ile
tanısal
test
yapılması
gibi
ilave
anöploidi
değerlendirmesi
seçeneklerinin
sunulmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B);
negatif
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
olan
ve
izole
artmış
nukal
kalınlık
veya
izole
nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisi
izlenen
gebelere,
ilave
anöploidi
değerlendirmesi
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1B);
negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
koroid
pleksus
kisti,
klinik
önemi
olmayan,
takip
ultrason
görüntüleme
veya
postnatal
değerlendirme
endikasyonu
taşımayan
normalin
varyantı
bir
bulgu
olarak
kabul
edilir,
ilave
anöploidi
değerlendirmesi
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1C);
izole
ekojen
barsak
izlenen
fetuslarda,
kistik
fibrozis
ve
fetal
cytomegalovirus
enfeksiyonu
açısından
değerlendirme
yapılmasını,
yeniden
inceleme
ve
büyümenin
değerlendirilmesi
için
üçüncü
trimesterde
ultrason
muayenesinin
tekrarlanmasını
öneriyoruz
(GRADE
1C);
izole
tek
umblikal
arter
izlenen
fetuslarda,
anöploidi
taramasının
düşük
riskli
olmasına
veya
tarama
testi
yapılmamış
olmasına
bakılmaksızın,
anöploidi
açısından
ilave
değerlendirme
yapılmasını
önermiyoruz.
Büyümenin
değerlendirilmesi
için
üçüncü
trimester
ultrason
muayenesi
yapılmasını
ve
36.
gebelik
haftasından
itibaren
haftalık
olarak
antenatal
fetal
takibe
başlanmasını
öneriyoruz
(GRADE
1C);
izole
A1
üriner
sistem
dilatasyonu
olan
fetuslarda,
32.
gebelik
haftası
veya
sonrasında
ultrason
muayenesi
yapılmasını
ve
buna
göre
postnatal
pediyatrik
üroloji
veya
nefroloji
takibi
gerekip
gerekmeyeceğinin
belirlenmesini
öneriyoruz.
A2-3
üriner
sistem
dilatasyonu
olan
fetuslarda,
bireyselleştirilmiş
izlem
ultrasonları
ile
planlı
postnatal
takip
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1C);
izole
kısa
humerus,
femur
veya
ikisi
birden
olan
fetuslarda,
yeniden
inceleme
ve
büyümenin
değerlendirilmesi için üçüncü trimester ultrason muayenesi yapılmasını öneriyoruz (GRADE 1C).
Giriş
Soft
markerlar
gebeliğin
ikinci
trimesterinde
ultrasonda
saptanan,
sıklıkla
yapısal
bir
anomaliye
işaret
etmeyen
ve
normalin
varyantı
olabilen,
ancak
artmış
anöploidi
riski
ile
ilişkili
oldukları
için
dikkat
edilmesi
gereken
minör
ultrason
bulgularıdır.
Bu
makalede
ele
alınan
sık
rastlanan
soft
markerlar:
ekojen
intrakardiyak
odak,
ekojen
barsak,
koroid
pleksus
kistleri,
tek
umblikal
arter,
üriner
sistem
dilatasyonu,
kısa
humerus,
femur
veya
ikisi
birden,
artmış
nukal
kalınlık
ve
nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisidir.
Trizomi
21
ile
ilişkili
diğer
ultrason
bulguları,
hafif
ventrikülomegali, klinodaktili, sandal gap deformitesidir ve bu makalede ele alınmamıştır.
Anöploidi
taramasında
soft
markerların
belirlenmesi
ile
ikinci
trimester
dörtlü
tarama
ve
maternal
serum
analitleri
ve
nukal
translüsensi
ölçümü
ile
ilk
trimester
tarama
gibi
gelişmiş
serum
tarama
yöntemlerinin
gelişimi
eş
zamanlı
olmuştur.
2011
yılında,
hücre
dışı
DNA
tekniklerinin
kullanıma
girmesi
yaygın
anöploidilerin
taramasını
büyük
oranda
güçlendirmiştir.
ACOG
ve
Society
for
Maternal-Fetal
Medicine,
kromozomal
anomaliler
açısından
tarama
ve
tanı
(koryon
villus
biyopsisi,
amniyosentez)
testlerinin,
maternal
yaş
ve
temel
risk
düzeyinden
bağımsız
olarak
tüm
gebelerle
erken
dönemde
tartışılmasını
ve
hepsine
bu
seçeneklerin
sunulmasını
önermektedir.
Bu
makalenin
amacı,
güncel
maternal
serum
belirteçleri
ve
hücre
dışı
DNA
ile
tarama
seçeneklerinin
varlığında
izole
soft
ultrason
markerlarının
değerlendirilmesi
ve
yönetimi
ile
ilgili
öneriler
sunmaktır.
Makale
içinde
“izole”
terimi,
herhangi
bir
fetal
yapısal
anomali,
gelişme
kısıtlılığı
yokluğunda
veya
detaylı
obstetrik
ultrason
değerlendirmesini
takiben
herhangi
bir
ek
soft
marker
saptanmayan
olgular
için
kullanılmıştır.
“Serum
tarama
yöntemleri”,
ilk
trimester
tarama,
entegre
tarama,
ardışık
tarama,
bağımlı
tarama
veya
dörtlü
tarama
olmak
üzere
tüm
maternal
tarama stratejilerini kapsamaktadır.
İzole soft marker saptandığında ilk yaklaşım ne olmalıdır?
Çok
sayıda
soft
marker
veya
diğer
yapısal
ultrason
bulgularının
varlığı
anöploidi
riskini
arttırır.
Soft
marker
saptanması
detaylı
obstetrik
ultrason
muayenesi
yapılmasını
ve
öncelikle
markerın
izole
olduğunun
doğrulanmasını
gerektirir.
Kimi
zaman
aile
ilave
değerlendirme
yapılmasını
istemeyebilir,
bu
durumda
hastanın
kararı
tıbbi
kayıtlarda
belgelenmelidir.
Birden
çok
soft
marker
izlenirse
veya
yapısal
anomali
mevcutsa
yönetim
bireyselleştirilmelidir.
İzole
soft
marker
olduğu
doğrulanırsa,
yönetim
biçimi
anöploidi
tarama
sonuçlarına,
yaş
ve
aile öyküsü gibi ilave risk faktörlerine, kistik fibrozis veya enfeksiyonlarla ilişkisine göre belirlenmelidir.
Mevcut
tarama
testleri
içinde,
sık
görülen
trizomiler
(trizomi
21,
18
ve
13)
için
en
iyi
ve
anöploidi
açısından
rezidü
riski
en
düşük
olan
hücre
dışı
DNA
testidir.
Sık
kullanılan
serum
tarama
testlerinde
de
saptama
oranı
trizomi
21
için
%81-99
gibi
yüksek
orandadır.
Pek
çok
laboratuvarda
risk
için
eşik
değer
1/250
veya
!7300
olarak
kabul
edilir,
bu
risk
düzeyinin
üzerinde
ilave
değerlendirme
ve
tanı
testleri
yapılması
önerilir.
Soft
markerların
çoğu
anöploidi
riskini
hafif
veya
orta
düzeyde
arttırdığı
için,
tarama
testlerinin
negatif
sonuç
vermesi
durumunda,
izole
soft
marker
saptanması
risk
tahminini
değiştirme
olasılığı
düşüktür
ve
bu
nedenle
tanı
testi
önerilmesini
gerektirmez.
Buna
karşılık
sadece
tanı
testlerinin
anöploidi
saptanmasında
rezidü
riski
tamamen
ortadan
kaldırdığı
ve
hastanın
herhangi
bir
sebeple
tanı
testi
yapılmasını
isteyebileceği
unutulmamalıdır.
Ancak,
biz
yine
de
negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varlığında,
sadece
anöploidi
için
tanı
testi
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1B).
Benzer
şekilde,
hasta
tanı
testi
yaptırır
ve
normak
karyotip
görülürse,
soft
marker
saptanmasının
herhangi bir anlamı yoktur.
İzole
soft
marker
varlığında,
anöploidi
riski
düşük
olduğu
için,
pek
çok
klinikte
danışmanlık
sonrası
anöploidi
taraması
yaptırmayı
reddeden
hastalarda
izole
soft
marker
saptanması
normalin
varyantı
olarak
kabul
edilmekte
ve
ilave
görüntüleme
gerektiren
durumlar
(üriner
sistem
dilatasyonu,
ekojenik
barsak)
haricindekiler
için
hasta
takibe
alınmamaktadır.
Buna
karşılık
kimi
kliniklerde,
bu
bulguların
saptandığı
tüm
hastalara
danışmanlık
verilmekte,
yeniden
anöploidi
açısından
değerlendirme
yapılması
önerilmektedir.
Her
klinik,
daha
önce
anöploidi
taraması
yapılmasını
reddeden
gebelerde
izole
soft
marker
saptanması
durumunda
nasıl
bir
yaklaşım
izleneceğini belirleyip kendi protokolünü oluşturmalıdır.
Ekojenik intrakardiyak odak için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
Ekojen
kardiyak
odak,
herhangi
bir
kardiyak
ventrikükde,
çevresindeki
kemik
doku
kadar
parlak
görülen
küçük
(<6
mm)
ekojen
yapıdır,
en
az
2
ayrı
planda
izlenmelidir.
Sol
ventrikülde
daha
sık
görülür
ve
papiller
kasların
mikrokalsifikasyonları
oldukları
düşünülmektedir.
Yapısal
veya
fonksiyonel
bir
kardiyak
anomali
değildir
ve
fetusta
veya
yenidoğanda
herhangi
bir
kardiyak
malformasyonla
ilişkili
değildir.
Karyotipi
normal
olan
fetusların
%3-5’inde
izlenir. İzole ekojen kardiyak odak ile trizomi 21 arasındaki ilişkinin düşük olduğu meta-analizlerde gösterilmiştir.
Anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
ekojen
intrakardiyak
odak
izlenen
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-
invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B).
Hasta
isterse
tüm
endikasyonlarla
tanı
testi
yapılabilir,
ancak
sadece
bu
endikasyonla
tanı
testi
yapılmasını
önermiyoruz.
Negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
ekojen
intrakardiyak
odak
klinik
önemi
olmayan,
fetal
ekokardiyografi,
takip
ultrason
görüntüleme
veya
postnatal
değerlendirme
endikasyonu
olmayan
normalin
varyantı
bir
bulgu olarak kabul edilir, ek değerlendirme yapılmasını önermiyoruz (GRADE 1B).
Ekojenik barsak için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
Ekojen
barsak,
fetal
barsakların,
çevresindeki
kemik
dokular,
tipik
olarak
iliak
kanat
ile
benzer
ekojenitede
görülmesi
olarak
tanımlanır.
Tanının
doğrulanması
için
düşük
frekanslı
transdüser
ve
düşük
gain
ayarı
kullanılmalıdır.
İkinci
trimester
ultrasonunda
%1,8
oranında
görülür,
sıklıkla
izoledir.
Geçici
veya
idiyopatik
bir
bulgu
olabilse
de,
anöploidi,
kistik
fibrozis,
konjenital
viral
enfeksiyonlar,
primer
gastrointestinal
patolojiler,
intraamniyotik
kanama
ve
fetal
gelişim
kısıtlılığı
ile
ilişkili
olabilir.
İzole
idiyopatik
olgularda,
primer
mekanizmanın
mekonyum
akümülasyonu
olduğu
düşünülmektedir.
Amniyosentez
yapılan
hastalarda
da
görülmesi
beklenir.
Ekojen
barsak
varlığında
anöploidi
riski
%3-5’tir
ve
bunların
içinde
en
sık
görülen
trizomi
21’dir.
Anöploidisi
olan
fetusların %4-25’inde ekojen barsak izole bir bulgudur.
Anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
ekojen
barsak
izlenen
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-
invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B).
Hasta
isterse
tüm
endikasyonlarla
tanı
testi
yapılabilir,
ancak
sadece
bu
endikasyonla
tanı
testi
yapılmasını
önermiyoruz.
Negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
fetal
ekojen
barsak
izlenen
gebelere
ilave
anöploidi
değerlendirmesi
yapılmasını önermiyoruz (GRADE 1B).
Kistik
fibroziste,
anormal
pankreatik
enzim
sekresyonu
mekonyumun
kalınlaşmasına
neden
olduğu
için
ekojen
barsaklar
izlenebilir
ve
buna
bağlı
mekonyum
ileusu
görülebilir.
Ekojen
barsaklara
ek
olarak
dilate
barsak
anslarının
izlenmesi
kistik
fibrozis
riskini
artırır.
Mevcut
veya
önceki
gebelikte
ebevenynlerin
kistik
fibrozis
taşıyıcılık
durumu
değerlendirilmemişse
mutlaka
belirlenmelidir.
İki
ebeveyn
de
taşıyıcıysa,
fetal
genotipin
belirlenmesi için invaziv testlerin risk ve faydaları açısından genetik danışmanlık verilmelidir.
Konjenital
enfeksiyonlar
da
izole
ekojen
barsak
ile
ilişkili
olabilir.
Virüsün
fetal
barsak
duvarlarına
doğrudan
hasarı,
barsak
perforasyonu
ve
buna
bağlı
mekonyum
peritoniti
veya
hidropsa
sekonder
asit
altta
yatan
mekanizmalar
olabilir.
CMV
en
sık
görülen
enfeksiyondur,
ancak
toksoplazma,
rubella,
herpes,
varisella
ve
parvovirus
de
olabilir.
CMV
IgG
ve
IgM
titreleri
ile
IgG
avidite
testi
yapılmalıdır.
Primer
CMV
enfeksiyonunu
gösterir
şekilde
sonuçlar
elde
edilirse
amniyosentez
ile
doğrulama
testi
yapılmalıdır.
Amniyosentezde
CMV
DNA
için
PCR
çalışılmalıdır.
Özetle,
izole
ekojen
barsak
izlenen
fetuslarda,
kistik
fibrozis
ve
fetal
cytomegalovirus enfeksiyonu açısından değerlendirme yapılmasını öneriyoruz (GRADE 1C).
Barsak
obstrüksiyonu,
atrezi
ve
perforasyon
fetal
barsakların
ekojen
görünüm
vermesine
neden
olabilir.
Son
olarak
fetal
gelişim
kısıtlılığı
olgularında
da,
kanın
redistribüsyonuna
bağlı
oluşan
iskemi
alanları
ekojen
barsakların
izlenmesine
yol
açabilir.
Bu
nedenle,
izole
ekojen
barsak
izlenen
fetuslarda,
yeniden
inceleme
ve
büyümenin
değerlendirilmesi
için
üçüncü
trimesterde
ultraon
muayenesinin
tekrarlanmasını
öneriyoruz
(GRADE
1C).
Doğum
zamanında,
yenidoğan
ekibi
antenatal
dönemdeki
ekojen
barsak
görünümü
hakkında
bilgilendirilmelidir, neonatal değerlendirme buna göre planlanabilir.
Koroid pleksus kisti için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
Koroid
pleksus
kistleri,
ultrasonda
ekojen
koroid
içerisinde
ekolüsen
kistler
olarak
görülür.
Tek
veya
multipl,
unilateral veya bilateral olabilir, sıklıkla <1 cm ebattadır. Çoğunlukla öploid fetuslarda izole bulgular olarak görülür.
Trizomi
18
ile
ilişkilidir
ve
trizomi
18’li
fetuslarda
%30-50
oranında
görülür.
Koroid
pleksus
kistine
ek
olarak
yapısal
anomalilerin
izlenmesi
trizomi
18
olasılığını
belirgin
şekilde
artırır.
Diğer
ultrasonografik
anormalliklerin
eşlik
etmemesi
durumunda,
trizomi
18
olasılığı
çok
daha
düşüktür.
Koroid
pleksus
kisti
varlığı
trizomi
21
riskini
değiştirmemektedir.
Anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
koroid
pleksus
kisti
izlenen
gebelere,
trizomi
18
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1C).
Hasta
isterse
tüm
endikasyonlarla
tanı
testi
yapılabilir,
ancak
sadece
bu
endikasyonla
tanı
testi
yapılmasını
önermiyoruz.
Negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
koroid
pleksus
kisti,
klinik
önemi
olmayan,
takip
ultrason
görüntüleme
veya
postnatal
değerlendirme
endikasyonu
taşımayan
normalin
varyantı
bir
bulgu
olarak
kabul
edilir,
ilave
anöploidi
değerlendirmesi
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1C).
Koroid
pleksus
kistlerinin
özellikleri
(boyut,
kompleks
yapı,
lateralite,
persistans)
risk
düzeyini
değiştirmek
üzere
kullanılmamalıdır, çünkü bu faktörler trizomi 18 olasılığını etkilememektedir.
Koroid
pleksus
kistleri
yapısal
veya
fonksiyonel
beyin
anomalileri
olarak
kabul
edilmemelidir,
neredeyse
hepsi
28
hafta
civarında
kaybolur.
Ailelere
koroid
pleksus
kisti
olan
fetusların
çocukluk
çağında
nörokognitif
fonksiyonlar,
motor fonksiyonlar ve davranış biçimi olarak farklılık göstermediği anlatılmalıdır.
Tek umblikal arter için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
İkiz
gebeliklerde
daha
sık
görülür.
Tek
umblikal
artere
yapısal
anomali
eşlik
ediyorsa
bunlar
en
sık
kardiyovasküler
ve
renal
sistemlerde
izlenir.
İzole
tek
umblikal
arterde
anöploidi
riskinde
artış
bulunmamaktadır.
İzole
tek
umblikal
arter
izlenen
fetuslarda,
anöploidi
taramasının
düşük
riskli
olmasına
veya
tarama
testi
yapılmamış
olmasına
bakılmaksızın,
anöploidi
açısından
ilave
değerlendirme
yapılmasını
önermiyoruz
(GRADE
1C).
Ancak
fetal
gelişim
kısıtlılığı
ile
ilişkisi
konusunda
yayınların
verileri
çelişkili
olduğu
ve
ölü
doğum
riskinin
artmış
olduğunu
gösteren
çalışmalar
olduğu
için,
büyümenin
değerlendirilmesi
amacıyla
üçüncü
trimester
ultrason
muayenesi
yapılmasını
ve
36.
gebelik
haftasından
itibaren haftalık olarak antenatal fetal takibe başlanmasını öneriyoruz (GRADE 1C).
Üriner sistem dilatasyonu için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
Gebeliklerin
%1-2’sinde
görülür
ve
sıklıkla
normalin
varyantı
olan
geçici
bir
bulgudur.
Renal
veya
üriner
sistem
patolojisine
işaret
edebilir
veya
trizomi
21
markerı
olabilir.
Ancak
trizomi
21
için
minimal
risk
taşımaktadır,
bu
nedenle
anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
üriner
sistem
dilatasyonu
izlenen
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B).
Hasta
isterse
tüm
endikasyonlarla
tanı
testi
yapılabilir,
ancak
sadece
bu
endikasyonla
tanı
testi
yapılmasını
önermiyoruz.
Negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
izole
üriner
sistem
dilatasyonu
izlenen
gebelere
ilave
anöploidi değerlendirmesi yapılmasını önermiyoruz (GRADE 1B).
2014
yılında
bir
konsensüste
ön-arka
renal
pelvis
çapının
ölçüsüne
göre
antenatal
üriner
sistem
dilatasyonu
açısından
normal
kabul
edilen
değerler
yayınlanmıştır.
Buna
göre
ön-arka
renal
pelvis
çapının
16-27
haftalarda
<4
mm,
28
haftadan
doğuma
kadar
<7
mm
olması
normaldir.
Üriner
sistem
dilatasyonunu
tam
olarak
değerlendirmek
ve
sınıflandırmak
için,
kalislerin
dilatasyonu,
parenkim
kalınlığı
ve
görünümü,
üreter
dilatasyonu,
mesane
anomalileri
ve
amniyotik
sıvı
hacmi
de
incelenmelidir.
Üriner
sistemin
tam
değerlendirmesi
yapıldıktan
sonra,
A1
(düşük
risk)
ve
A2-3
(artmış
risk)
olarak
sınıflandırılır,
buna
göre
antenatal
yönetim
ve
postnatal
takip
planlanır
(Tablo
1).
İzole
A1
üriner
sistem
dilatasyonu
olan
fetuslarda,
32.
gebelik
haftası
veya
sonrasında
ultrason
muayenesi
yapılmasını
ve
buna
göre
postnatal
pediyatrik
üroloji
veya
nefroloji
takibi
gerekip
gerekmeyeceğinin
belirlenmesini
öneriyoruz.
A2-3
üriner
sistem
dilatasyonu
olan
fetuslarda,
bireyselleştirilmiş izlem ultrasonları ile planlı postnatal takip yapılmasını öneriyoruz (GRADE 1C).
Üriner
sistem
dilatasyonu
izlenen
olgularda
altta
yatan
patolojik
nedenler,
vezikoüreteral
reflü
(en
sık
etiyoloji),
üreteropelvik
bileşke
darlığı,
üreterovezikal
bileşke
darlığı
multikistik
displastik
böbrek,
posterior
üretral
valv
olabilir.
Doğum
zamanında
A1
veya
A2-3
üriner
sistem
dilatasyonu
mutlaka
pediyatri
ekibine
bildirilmelidir,
ancak
üçüncü trimesterde kaybolan A1 dilatasyonların postnatal dönemde izleme alınması gerekmemektedir.
Kısa humerus ve/veya kısa femur için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
Anöploidi
taramasında
kısa
humerus,
ölçülen/beklenen
humerus
uzunluğunun
(biparietal
çapa
göre)
<0,90
olması
olarak
tanımlanır.
Benzer
şekilde,
kısa
femur
da
ölçülen/beklenen
femur
uzunluğunun
(biparietal
çapa
göre)
0,92
olmasıdır.
Bu
eşik
değerlerle,
tek
başına
bu
iki
markerdan
birinin
mevcut
olması
trizomi
21
ile
ilişkilendirilmiştir,
ancak
kısa
humerusun
spesifitesi
daha
yüksektir.
Ebevenylerin
ırk
ve
etnisitesi
de
kısa
kemiklere
neden
olabileceği
için
konstitüsyonel kısalık da ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır.
Anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
kısa
femur,
kısa
humerus
ya
da
ikisi
birden
izlenen
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B).
Hasta
isterse
tüm
endikasyonlarla
tanı
testi
yapılabilir,
ancak
sadece
bu
endikasyonla
tanı
testi
yapılmasını
önermiyoruz.
Negatif
serum
veya
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
varsa,
kısa
femur,
kısa
humerus
ya
da
ikisi
birden
izlenen
gebelere ilave anöploidi değerlendirmesi yapılmasını önermiyoruz (GRADE 1B).
Kısa
humerus
ve/veya
kısa
femur
iskelet
displazileriyle
de
ilişkili
olabilir.
Tüm
uzun
kemiklerin
kapsamlı
biçimde
değerlendirilmesi
ve
ölçülmesi,
gebelik
haftasına
uygun
nomogramlar
ile
karşılaştırılması
önerilir.
Genellikle
iskelet
displazili
fetuslarda
ikinci
trimesterde
kemik
uzunlukları
3.
persentilin
altında
izlenir,
istisnai
olarak
akondroplazi ancak gebeliğin üçüncü trimesterine kadar saptanamayabilir.
Son
olarak,
izole
kısa
femur
ve/veya
kısa
humerus
fetal
gelişim
kısıtlılığı
ile
ilişkilidir.
İzole
kısa
humerus,
femur
veya
ikisi
birden
olan
fetuslarda,
yeniden
inceleme
ve
büyümenin
değerlendirilmesi
için
üçüncü
trimester ultrason muayenesi yapılmasını öneriyoruz (GRADE 1C).
Artmış nukal kalınlık için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
Nukal
kalınlık,
fetal
başın
tranvers
kesitinde,
oksipital
kemik
ve
serebellumu
görüntülemek
için
prob
kaudale
doğru
açılandırıldığında
izlenir,
ölçüm
oksipital
kemiğin
dışından
cildin
dışına
yapılır.
15-20.
gebelik
haftaları
arasında
artmış
nukal
kalınlık
6
mm
ve
üzeri
ölçümler
olarak
tanımlanır.
Artmış
nukal
kalınlık
trizomi
21
için
ilk
tanımlanmış
olan
markerlardan
biridir
ve
bugüne
kadar
bildirilmiş
en
spesifik
markerdır.
İzole
artmış
nukal
kalınlık
ile trizomi 21 arasında doğrulanmış bir ilişki vardır.
Anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
artmış
nukal
kalınlık
izlenen
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-
invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
veya
klinik
koşullara
ya
da
hastanın
tercihine
göre
amniyosentez
ile
tanısal
test
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B).
Negatif
serum
tarama
sonuçları
olan
ve
izole
artmış
nukal
kalınlık
izlenen
gebelere,
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
veya
klinik
koşullara
ya
da
hastanın
tercihine
göre
amniyosentez
ile
tanısal
test
yapılması
gibi
ilave
anöploidi
değerlendirmesi
seçeneklerinin
sunulmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B).
Negatif
hücre
dışı
DNA
tarama
sonucu
olan
ve
izole
artmış
nukal
kalınlık
izlenen
gebelere ise, ilave anöploidi değerlendirmesi yapılmasını önermiyoruz (GRADE 1B).
Anöploidi
değerlendirmesinde
hangi
adımların
izlendiğinden
bağımsız
olarak,
artmış
nukal
kalınlığın
seri
ultrason
ölçümleri
ile
takip
edilmesi
gerekmez.
Artmış
nukal
kalınlık
ile
konjenital
kalp
hastalıkları
arasındaki
ilişkiyi
gösteren
veriler
çelişkili
olsa
da
kardiyak
anatomi
yeterli
biçimde
görüntülendiyse
ve
normal
izlendiyse
ilave
görüntüleme yapılması gerekli değildir.
Nazal kemik yokluğu/hipoplazisi için danışmanlık ve yönetim nasıl olmalıdır?
Nazal
kemik,
burnun
longitüdinal
aksına
dik
olarak,
yüzün
midsagittal
planında
izlenir.
İkinci
trimesterde
hipoplastik
nazal
kemik,
biparietal
çapa
göre
(biparitel
çap/nazal
kemik
oranı
≥10
veya
≥11),
gebelik
haftasına
uygun
persentillere
(<2,5
persentil)
veya
MoM’a
göre
(<0,75
veya
≤0,7)
belirlenen
bir
oran
ile
tanımlanır.
Bunların
içinde
trizomi
21’in
tespiti
açısından
en
uygun
olan
MoM’a
göre
yapılan
değerlendirmedir.
Nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisi öploid gebeliklerin %0,1-1,2’sinde görülür. Etnik özelliklere göre değişkenlik izlenebilir.
İkinci
trimesterde
nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisi
ile
trizomi
21
ilişkisi
iyi
tanımlanmıştır.
Çoğu
olguda,
bu
bulgu
diğer
yapısal
anomaliler
veya
soft
markerlarla
bir
arada
görülür,
izole
nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisi
ile
artmış
trizomi 21 riski üzerine veriler kısıtlıdır.
Literatürdeki
verilere
göre,
anöploidi
taraması
yapılmamış
ve
izole
nazal
kemik
yokluğu/hipoplazisi
izlenen
gebelere
trizomi
21
olasılığını
değerlendirmek
üzere
danışmanlık
verilmesini
ve
hücre
dışı
DNA
ya
da
ulaşılamıyorsa
dörtlü
test
ile
non-invaziv
anöploidi
taraması
yapılmasını
veya
klinik
koşullara
ya
da
hastanın
tercihine
göre
amniyosentez
ile
tanısal
test
yapılmasını
öneriyoruz
(GRADE
1B).
Negatif
serum
Avrupa
Jinekolojik
Onkoloji
Derneği
(ESGO),
Uluslararası
Vulvovajinal
Hastalık
Araştırmaları
Derneği
(ISSVD),
Avrupa
Vulval
Hastalığı
Araştırma
Kurulu
(ECSVD)
ve
Avrupa
Kolposkopi
Federasyonu
(EFC)
preinvaziv
vulvar
lezyonlarla
ilgili
kanıta
dayalı
ortak
bir
bildirge
oluşturmuştur.
Bu
bildirgede
Avrupa’dan
ve
dünyadan
bu
konuyla
ilgili
çalışmalarıyla
liderlik
eden
22
klinisyen
ve
araştırmacı
güncel
literatürü
derlemiş
ve
özetlemişlerdir.
Sonuç
olarak
12
temel
öneri
üzerinde
uzlaşılmıştır.
Bu
konsensüs
bildirgesi
preinvaziv
vulvar
lezyonların
yönetimine
ilişkin ESGO/ISSVD/ECSVD/EFC önerilerini sunmakta ve buna ilişkin kanıtları özetlemektedir.
GİRİŞ
Vulvar
lezyonların
doğru
bir
şekilde
değerlendirilmesi
ve
tedavi
edilmeden
önce
invaziv
kanserin
dışlanması
önemlidir.
Bu
konsensüs
bildirgesinde
vulvar
skuamoz
intraepitelyal
neoplazi,
vulvar
in
situ
Paget
hastalığı
veya
vulvar in situ melonomu olan hastalara yaklaşımı güçlendirmek için önerilerde bulunulmuştur.
SONUÇ
Diferansiye
vulvar
intraepitelyal
neoplazide
her
zaman
eksizyonel
prosedürler
tercih
edilmelidir.
Vulvar
high-grade
intraepitelyal
lezyonlarda
hem
eksizyonel
hem
de
ablatif
yöntemler
kullanılabilir.
Ayrıca
medikal
tedaviler
(imiquimod
veya
cidofovir)
de
vulvar
high-grade
intraepitelyal
lezyonlarda
tedavide
düşünülebilir.
Güncel
çalışmalar
vulvar
Paget
hastalığının
tedavisinde
cerrahi
tedaviye
alternatif
olarak
imiquimodu
da
desteklemektedir.
Tedavi
sonrası
hastaların
takibi
nüks
riskine
göre
(lezyon
tipi,
yaş,
immunojenik
durum,
diğer
genital lezyon varlığı vb.) değerlendirilmelidir.
2015 ULUSLARARASI VULVOVAJİNAL HASTALIK ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ (ISSVD) TERMİNOLOJİSİ
1
.
LSIL:
Low-grade
skuamoz
intraepitelyal
lezyon
(vulvar
LSIL,
flat
kondilom
veya
Human
Papillomavirus
(HPV)
etkisi)
2
.
HSIL:
High-grade skuamoz intraepitelyal lezyon (vulvar HSIL, VIN (vulvar intraepitelyal neoplazi) usual tip)
3
.
dVIN:
Diferansiye VIN
2020 WHO TERMİNOLOJİSİ
1
.
HPV-ilişkili skuamoz intraepitelyal lezyon: low-grade skuamoz intraepitelyal lezyon (LSIL)
2
.
High-grade skuamoz intraepitelyal lezyon (HSIL)
3
.
HPV-bağımsız VIN: diferansiye vulvar intraepitelyal neoplazi (dVIN)
4
.
Diferansiye egzofitik vulvar intraepitelyal lezyon (DEVIL)
5
.
Vulvar akantozis-altered diferansiasyon (VAAD)
The European Society of Gynaecological Oncology (ESGO), the
International Society for the Study of Vulvovaginal Disease (ISSVD), the
European College for the Study of Vulval Disease (ECSVD) and the
European Federation for Colposcopy (EFC) consensus statements on
pre-invasive vulvar lesions
Preti M, Joura E, Vieira-Baptista P, Van Beurden M, Bevilacqua F, Bleeker MCG, Bornstein J, Carcopino X, Chargari C,
Cruickshank ME, Erzeneoglu BE, Gallio N, Heller D, Kesic V, Reich O, Stockdale CK, Esat Temiz B, Woelber L, Planchamp F,
Zodzika J, Querleu D, Gultekin M.
Int J Gynecol Cancer. 2022 Jun 21;32(7):830–45.
doi: 10.1136/ijgc-2021-003262. Epub ahead of print. PMID: 35728950; PMCID: PMC9279839.
EPİDEMİYOLOJİ
Vulvar
yüksek
dereceli
skuamoz
intraepitelyal
lezyonların
(VHSIL)
invaziv
kansere
dönüşme
potansiyelleri
vardır ve insidansı 2,5 – 8,8/100.000/yıldır.
Diferansiye
vulvar
intraepitelyal
neoplazi
(dVIN)
tüm
skuamoz
vulvar
intraepitelyal
lezyonların
%10'undan
daha
azını
oluşturur
ve
VHSIL'den
daha
fazla
malign
transformasyon
potansiyeline
sahiptir
(dVIN
olan
ileri
yaş
kadınlarda %32,8, VHSIL olan genç kadınlarda %5,7).
Meme
dışı
Paget
hastalığı,
tüm
Paget
hastalığı
vakalarının
yaklaşık
%1-10'unu
oluşturur
ve
insidansı
Avrupa'da
yılda
yaklaşık
0,6/100.000
kişi
olarak
tahmin
edilmektedir.
Kadın
hastalarda,
meme
dışı
Paget
hastalığının
%80'den
fazlası
vulvada
bulunur.
Tüm
primer
vulvar
Paget
hastalığı
vakalarının
%16-19'unda
invaziv
adenokarsinom
bildirilmiş
ve
tüm
vakaların
%4-17'sinde
altta
yatan
bir
vulvar
adenokarsinomun
belirtisi
olarak vulvar Paget hastalığı görülmüştür.
Vulvar
melanom,
vulvar
malignitelerin
%6
ila
%10'unu
ve
tüm
melanomların
ise yaklaşık %3'ünü oluşturur.
ETYOLOJİ
VHSIL,
HPV
ilişkili
invaziv
kanserin
prokürsörüdür
ve
yüksek
riskli
HPV
tipleri
etyolojide
rol
oynar.
Vakaların
%70’ten
fazlasında
HPV
16
sorumludur.
Sigara içmek ve immunsupresyon da diğer risk faktörlerindendir.
Avrupa’da
vulvar
kanserlerin
yaklaşık
%80’i
HPV
negatiftir.
HPV
ilişkisiz
oluşan invaziv kanserin mekanizması ise tam olarak anlaşılamamıştır.
KLİNİK
Vulvar
skuamoz
lezyonlara
ait
tek
bir
patogonomik
bulgu
yoktur.
Hastaların
yaklaşık
%60’ı
vulvar
kaşıntı,
irritasyon,
görünen
lezyonun
kanaması
gibi
şikayetlerle
gelebilir.
Bunların
dışında
rutin
muayene
sırasında
da
teşhis
edilebilirler.
Lezyonların
rengi,
boyutu,
sınır
düzenleri
veya
ciltten
kabarıklıkları
farklı
olabilir
(Resim
1).
Biyopsi
alınması
kesin
tanıya
götürür.
Biyopsi
alırken
%5
asetik
asit
uygulaması
ve
kolposkopik
inceleme
HPV-
ilişkili
lezyonlardan
şüphelendiğinde
yararlı
olabilir.
VHSIL
sıklıkla
multifokaldir
ve
genellikle
introitus
etrafında
ve
labia
minorada
bulunur.
Bu
tür
bir
lezyonla
karşılaşıldığında
vulvanın
yanında
serviks,
vajen
ve
anal
bölge
de
incelenmelidir.
dVIN
genellikle
daha
ileri
yaşlarda
görülür
(median
yaş
67,
VHSIL’da
ise
median
yaş
47,8).
Daha
çok
unifokal
görülme
eğilimindedir
(Resim
2).
dVIN
genellikle
asetik
asit
ile
reaksiyon
vermez.
Bu
sebeple
vulva
incelemesi
deneyimli
ellerde
yapılmalıdır.
VHSIL
olan
vakaların
altından
yaklaşık
%20
oranında
invaziv
kanser
çıkabilir
ve
bu
oran
dVIN’da
daha
yüksektir.
Ayırıcı
tanıda
liken
simpleks
kronikus,
liken
skleroz,
liken
planus,
psoriazis
ve
kontakt
dermatit
yer
alır.
Kesin
tanı
için
vulvar
biyopsi
gereklidir.
Şüpheli
her
bölgeden
multiple
biyopsiler
alınmaktan
kaçınılmamalı ve haritalandırılmalıdır.
Vulvar
Paget
hastalığında
lezyon
kırmızıdan
gri
ve
beyaza
kadar
kayan
düzensiz
sınırlı
bir
lezyon
şeklinde
görünebilir
(Resim
3).
Egzematöz
veya
ülseratif
görünebilir.
Lezyonların
çoğu
labia
majorda
bulunsa
da
labia
minör,
clitoris,
ingiunal
bölge,
üriner
meatus
ve
perineyi
de
tutabilir.
Ayırıcı
tanıda
liken
skleroz,
dermatofitoz,
kandida,
kontakt
dermatit,
psoriazis,
seboraik
dermatit
ve
VIN
yer
alır.
Eşlik
eden
invaziv
kanseri
dışlamak için multiple biyopsiler alınmalıdır.
Vulvada
yer
alan
hiperpigmente
lezyonlardan
melonama
insitu
genellikle
asimetrik,
düzensiz
sınırlı
ve
değişken
koyulukta
lezyonlar
şeklindedir
(Resim
4).
Tanısı
biyopsi
ile
koyulur.
Ayırıcı
tanıda
fizyolojik
hiperpigmentasyon,
konjenital
adrenal
hiperplazi,
Addisonb
veya
Cushing
hastalığı,
postinflamatuar
hiperpigmentasyon,
akantozis
nigricans,
seboraik
keratoz,
vulvar
melanozis,
pigmente
nevüs,
pigmente
kondilom,
pigmente
bazal
hücreli
karsinom,
pigmente
VIN
ve
skuamoz
hücreli
karsinom bulunur.
TEDAVİ
VHSIL
tedavisinde
hem
cerrahi
tedaviler
hem
de
medikal
tedaviler
kullanılabilir.
Medikal
tedavi
olarak
imiquimod
veya
cidofovir
tercih
edilir.
Cerrahi
tedaviler
olarak
da
geniş
lokal
eksizyondan
yüzeyel
vulvektomiye
kadar
değişen
eksizyonel
metodlar
kullanılabilir.
Cerrahi
tedavi
sonrası
sınır
pozitif
gelen
VHSIL
vakalarında
klinik
olarak
görünür
rezidü
bir
bir
lezyon
yoksa
re-eksizyon
önerilmez.
Ayrıca
ablatif
tedavi
yöntemleri
de
invaziv
kanseri
multiple
biyopsiler
ile
dışladıktan
sonra
uygulanabilir.
Ablatif
tedavi
yöntemi
olarak
CO2
lazer
veya
argon
koagülasyon
uygulanabilir.
dVIN tedavisi is mutlaka cerrahi olmalı ve eksizyon önerilmelidir.
Vulvar
Paget
hastalığının
tedavisinde
son
zamanlarda
imiquimod
kullanımının
fayda
sağladığı
çalışmalarla
desteklenmektedir.
Topikal
olarak
%5
imiquimod
kremin
güvenli
bir
şekilde
tedavide
kullanılabileceği
gösterilmiştir.
Literatürde
tam
yanıt
oranları
%22
ile
%90
arası
değişmektedir.
Ancak
literatürdeki
yayınların
çoğu
cerrahi
tedavinin
temel
olduğunu
belirtmektedir.
2
cm
cerrahi
sınır
genellikle
yeterlidir.
Bunun
yanında
cerrahi
tedavide, hastalığın yayılımının genellikle ciltte görünenden daha geniş olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
Melanoma in situ tedavisinde de temel yaklaşım cerrahi tedavidir. 1 cm cerrahi sınır ile lezyon eksize edilmelidir.
Aşağıda konsensüs bildirgelerinin bir özeti bulunmaktadır.
ÖZET
Giriş:
Güncel
pratikte;
kadınlarda
stres
üriner
inkontinansta
konservatif
tedavinin
yetersiz
kaldığı
durumlarda,
mesh
veya
tape
kullanılarak
yapılan
midüretral
sling
cerrahileri
dünya
çapında
standart
cerrahi
tedavi
olarak
görülmektedir.
Standart
midüretral
sling
ile
daha
yeni
olan
single
incision
mini
sling’in
etki
ve
güvenilirliğini
kıyaslayan veriler kısıtlıdır.
Metod:
Birleşik
Krallık’taki
21
hastanenin
katıldığı
bu
pragmatik,
aşağı
olmama-eşitlik
(non-inferiority)
randomize
çalışmasında,
minisling
ile
midüretral
sling
karşılaştırılmıştır.
Takip
süresi
36
aydır.
Birincil
sonuç
hastanın
raporladığı
başarı
durumudur
(postoperatif
1.yıldaki
Patient
Global
Impression
of
Improvement
anketinde
tamamen iyileşme ve çok iyileşme şeklinde verilen cevaplar başarı olarak değerlendirilmiştir).
Sonuç:
298
kadın
minisling,
298
kadın
da
midüretral
sling
operasyonu
olmuştur.
15.ayda
minisling
grubunda
268
kadının
212’si
(%79.1)
başarı
tariflerken,
midüretral
sling
grubunda
250
kadının
189’u
(%75.6)
başarı
tariflemiştir
(düzeltilmiş
risk
%4.6,
%95
güven
aralığı,
aşağı
olmama
-2.7
ile
11.8;
p
<
0.001).
36.ay
kontrolünde
minisling
grubunda
246
hastanın
177’si
(%72)
başarı
tariflerken,
midüretral
sling
grubunda
ise
235
hastanın
157’si
(%66.8)
başarı
tariflemiştir
(düzeltilmiş
risk
%5.7,
%95
güven
aralığı,
aşağı
olmama
-1.3
ile
12.8;
p
<
0.001).
36.ay
kontrolünde
kasık
veya
bacak
ağrısı
tarifleyen
hasta
oranları
minisling
grubunda
%14.1,
midüretral
sling
grubunda
ise
%14.9
olarak
tespit
edilmiştir.
Bu
sure
zarfında
tape
veya
mesh
erozyonu
görülen
hastaların
oranı
minisling
grubunda
%3.3
iken
midüretral
sling
grubunda
1.9’dur.
Stres
üriner
inkontinans
nedenli
tekrar
operasyon
geçirme
oranları
ise
minisling
grubunda
%2.5,
midüretral
sling
grubunda
%1.1’dir.
Hayat
kalitesi
ve
cinsel
fonksiyon
açısından
yapılan
değerlendirmelerde
disparoni
şikayeti
hariç
sonuçlarda
anlamlı
fark
saptanmamıştır.
Minisling
grubundaki
disparoni
oranı
%11.7,
midüretral
sling
grubundaki oran ise %4.8 olarak saptanmıştır.
Single-incision
mini
slingler,
midüretral
slinglere
göre;
15.
ayda
bildirilen
hasta
memnuniyeti
açısından
eşdeğer
bulunmuştur. 36. ay takiplerinde de başarı bildiren hasta oranları benzer bulunmuştur.
KadInlarda Stres Ürİner İnkontİnansta SIngle-Incision Mini Sling
UygulamasI
Single-Incision Mini-Slings for Stress Urinary Incontinence in Women
Mohamed Abdel-Fattah, M.D., David Cooper, Ph.D., Tracey Davidson, M.Sc., Mary Kilonzo, M.Sc., Md Hossain, Ph.D., Dwayne
Boyers, Ph.D., Kiron Bhal, M.D., Judith Wardle, Ph.D., James N’Dow, F.R.C.S.(Urol.), Graeme MacLennan, M.Sc., and John
Norrie, M.Sc.
New England J Med 2022 Mar; 386(13): 1230-1243. doi: 10.1056/NEJMoa2111815.
Özetleyen: Dr. İnci Sema Taş
Link: https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/35353961
GİRİŞ
Hayat
boyu
stres
üriner
inkontinans
için
primer
cerrahi
geçirme
olasılığı
Birleşik
Krallık’ta
%3.6,
Amerika
Birleşik
Devletleri’nde
ise
%13’tür.
Bugüne
kadar
tüm
dünyada
sentetik
meş
ile
uygulanan
midüretral
slingler
stres
üriner
inkontinans
için
en
sık
tercih
edilen
cerrahi
yöntemdir.
İngiltere’de
2008
ile
2017
arasında
inkontinans
için
yapılan
midüretral
sling
sayısı
100516
iken
diğer
inkontinans
cerrahilerinin
toplam
sayısı
1195’tir.
Günümüzde
single
incision
mini
sling’ler
de
kullanılmaya
başlanmıştır.
Bu
yöntemde
daha
kısa
polipropilen
bir
meş
kullanılmakta,
böylece
retropubik
alanda
veya
adductor
kasında
herhangi
bir
hasar
yaratmamakta
ve
bu
nedenlerle perioperatif morbiditeyi düşüreceği hedeflenmektedir.
2014’te
yayınlanan
sistematik
bir
derlemeye
göre,
18
aylık
takipte
hem
objektif
hem
de
subjektif
sonuçlara
dayanarak,
mini
slingler
ile
(TVT
secur
hariç,
çünkü
şirket
maddi
sebeplerden
üretimi
durdurmuştu)
midüretral
slinglerin
memnuniyet
oranları
benzerdir.
Öte
yandan
minisling
grubunda
daha
az
postoperatif
ağrı
ve
daha
hızlı
iyileşme
görülmüştür.
Fakat
bu
derlemedeki
çalışmalar
az
örneklemli
ve
heterojen
çalışmalardır
ve
bias
riski
yüksektir.
Bir
Cochrane
derlemesinde;
mini
slinglerin
klinik
fayda
ve
risklerini
tespit
edecek
uzun
takip
süresi
olan,
randomize
kontrollü
bir
çalışma
yapılması
önerilmiştir.
Bu
çalışma
pragmatik,
çok
merkezli,
aşağı
olmama
(noninferiority),
randomize
kontrollü
(SIMS
çalışması)
olarak
dizayn
edilmiş,
stres
üriner
inkontinans
için uygulanan ayarlanabilir minisligler ile tension free midüretral slingleri karşılaştırmayı amaçlamıştır.
METOD
Çalışmaya
stres
baskın
üriner
inkontinansı
olan,
18
yaş
üstü
ve
konservatif
tedavinin
yetersiz
kaldığı
kadınlar
dahil
edilmiştir.
Evre
2
veya
üstü
anterior
veya
apical
prolapsusu
olan
hastalar,
aşırı
aktif
mesanesi
olanlar,
eş
zamanlı
başka
bir
cerrahinin
de
yapılması
planlanan
hastalar,
daha
önce
pelvik
radyasyon
öyküsü
olanlar,
gebelik planı olan hastalar ve İngilizce onamı anlayamayan hastalar çalışmaya dahil edilmemiştir.
Kullanılan
2
marka
Ajust
(C.R.
Bard)
and
Altis
(Coloplast)’
dır.
Midüretral
slingler
ise
ya
retropubik
ya
da
obturator
(dıştan
içe
veya
içten
dışa)
tape’lerdir.
İki
grupta
da
kullanılan
alet
seçimi
normalde
de
olduğu
gibi
cerrahın tercihidir. Tüm takipler posta yoluyla iletilen anketler ile yapılmıştır.
SONUÇLAR
Operatif Veriler
Ilk 14 güne ait ağrı skorları minisling grubunda daha düşük bulunmuştur
Hasta Memnuniyeti ve Objektif Başarı
1.yılda
minisling
grubunda
212/268
(%79.1)
,
midüretral
sling
grubunda
ise
189/250
(%75.6)
hasta
memnuniyet
bildirmiştir
(Düzeltilmiş
risk
4.6
%;
95%
güven
aralığı
[CI],
aşağı
olmama
−2.7
ile
11.8;
P<0.001).
36.ay
takibinde
ise
sırasıyla
177/246
(%72)
ve
157/235
(%66.8)
olarak
bildirilmiştir
(Düzeltilmiş
risk
5.7
%;
95% güven aralığı [CI], aşağı olmama −1.3 ile 12.8; P<0.001).
24
saatlik
ped
testi
ile
değerlendirilen
objektif
başarıya;
minisling
grubunda
102/119
(%85.7)
hastada,
midüretral
sling
grubunda
ise
83/110
(%75.5)
hastada
ulaşılmıştır
(Düzeltilmiş
risk
%5.2,
%95
CI,
-5.9
ile
16.2).
(Tablo 3).
Sekonder Sonuçlar
Alt
üriner
sistem
semptomları,
hayat
kalitesi
ve
cinsel
fonksiyon
parametreleri
arasında
iki
grup
arasında
anlamlı
fark
bulunmamıştır
(Tablo
3)
.
Minisling
grubunda
disparoni
ve
koital
inkontinans
daha
sık
bulunmuştur
(Tablo 4).
Güvenilirlik
Ciddi
yan
etki
yaşayan
hastaların
oranı
iki
grupta
da
aynıdır
(Tablo
4)
.
15.ayda
minisling
grubunda
kasık
veya
bacak
ağrısı
tarifleyen
hasta
oranı
daha
yüksek
olmasına
rağmen,
36.ayda
bu
oranlar
benzerdir
(sırasıyla
%14.1 ve %14.9, Risk farkı %-0.8, %95 CI, -4.1 ile 2.5).
36
aylık
takipte
meş
erozyonu
oranı
minisling
grubunda
%3.3
iken
midüretral
sling
grubunda
%1.9’dur
(Risk
farkı %1.3, %95 CI, -1.7ile 4.4).
36
aylık
takipte;
ek
cerrahi
ihtiyacı
olan
hastalar
minisling
grubunda
24
(%8.7),
midüretral
sling
grubunda
ise
12
(%4.6)’dir
(Stres
üriner
inkontinans
için
sırasıyla
%2.5
ve
%1.1,
herhangi
bir
nedenden
ötürü
meşin
total
veya kısmi eksizyonu %2.9 ve %1.9, ağrı için %1.5 ve %0.8, meş erozyonu için ise %1.4 ve%1.1).
TARTIŞMA
Bu
çok
merkezli
çalışma,
15
ve
36.aylarda,
minislingin
midüretral
sling
ile
benzer
hasta
memnuniyet
oranları
yakaladığını göstermiştir.
Minisling
daha
sıklıkla
lokal
anestezi
altında
uygulanmış
ve
postoperatif
ilk
2
haftadaki
ağrı
skorları
daha
az
bulunmuştur.
Iki
grupta
da
36.aydaki
kasık
veya
bacak
aprısı
tarifleyen
hastaların
oranı
benzerdir
fakat
minisling
grubunda
daha
sıklıkla
disparoni,
meş
erozyonu
veya
üriner
inkontinans
veya
komplikaxsyonlar
için
ek
cerrahi
ihtiyacı
görülmüştür.
Iki
grupta
da
tamamen
veya
kısmi
meş
eksizyonu
oranları
benzerdir
ve
düşük
bulunmuştur.
Minisling
ve
midüretral
slinglerin
benzer
sonuçları
önceki
literatür
ile
de
uyumludur.
2
randomize
kontrollü
çalışmada
(biri
minisling
ile
(MiniArc)
obturator
tape
kıyaslayan
193
hastalık
bir
çalışma,
diğeri
de
minisling
(MiniArc)
ile
retropubik
tape
kıyaslayan
185
hastalık
bir
çalışma)
36
haftalık
takipte
objektif
ve
subjektif
başarı
oranları
arasında
anlamlı
bir
fark
saptanmamıştır.
Minisling
(Ajust)
ile
obturator
tape
kıyaslayan
başka
bir
randomize
kontrollü
çalışmada,
bizim
çalışmamızla
benzer
metodoloji
kullanılmış,
yine
anlamlı
bir
fark
saptanmamış
fakat;
minisling
grubunda
daha
az
erken
dönem
ağrı,
daha
kısa
operasyon
süresi
ve
daha
hızlı
iyileşme
saptanmıştır.
2014’te
yaptığımız
sistematik
derlemede
(3308
hastanın
dahil
olduğu,
26
randomize
kontrollü
çalışmadan
oluşan)
18
aylık
takiplerde
aynı
şekilde
objektif
ve
subjektif
başarı
açısından
anlamlı
fark
saptanmamıştır.
Uzun
dönem
sonuçları
da
raporlayan
(3
yıldan
fazla)
daha
güncel
bir
derlemeye
göre
midüretral
slingler
ile
objektif
başarı
yakalama
şansı
daha
yüksek
iken
hasta
memnuniyeti
iki
grupta
da
benzer
olarak
bulunmuştur.
Çalışmamızın,
benzer
çalışmalara
kıyasla,
örneklemi
daha
büyüktür
ve
metodolojisi
sağlamdır.
Ayrıca
muhtemelen
anketlerin
posta
yoluyla
yapılması
sayesinde
takipten
çıkan
hasta
sayısı
azaltılabilmiş ve bias minimal düzeyde tutulabilmiştir.
36
aylık
takipte,
meş
veya
tape
erozyonu
oranları
minisling
grubunda
%3.3
iken
midüretral
sling
grubunda
%1.9
olarak
bulunmuştur.
İnsidans
iki
grup
arasında
anlamlı
bir
fark
göstermemekle
birlikte
çalışma
aslında
bunu
araştırmak
için
dizayn
edilmemiştir.
Bu
sonuçlar
2014
yapılan
bir
sistematik
derlemedeki
minisling
grubundaki
hafif
yüksek,
fakat
istatistiksel
olarak
anlamlı
olmayan,
meş
erozyonu
sonuçları
ile
de
tutarlıdır
(%2.3 ve %1.4; RR 1.43, %95 CI, 0.61 ile 3.35).
Kasık
veya
bacak
ağrısı
insidansı
15.ayda
minisling
grubunda
daha
yüksek
iken
36.ayda
benzerdir.
Daha
önce
yapılmış
60
hastalık
bir
çalışmada,
minisling
(Ajust)
ile
obturator
tape
karşılaştırılmış;
minisling
grubundaki
3
hasta
1
yıl
devam
eden
bacak
ağrısı
tariflerken,
obturator
tape
grubunda
hiçbir
hastada
bu
yakınma
olmamıştır.
‘Midüretral
Sling
Çalışması’nda
(597
hasta)
obturator
tape
grubunda
ağrı
retropubik
tape
grubuna göre daha sık görülmüştür (9.4% vs. 4.0%).
Minisling
grubunda
daha
sık
üriner
inkontinans
veya
komplikasyonlar
ile
ilgili
ek
cerrahi
ihtiyacı
doğmuştur.
Bu
bulgular
önceki
veriler
ile
de
uyumludur
(RR
2.00,
%95
CI,
0.93-4.31).
Bu
çalışmada
disparoni
minisling
grubunda
önemli
derecede
daha
sık
görülmüştür.
Daha
önceki
randomize
bir
çalışmada
(205
hasta),
minisling
(Ajust)
ile
midüretral
sling
karşılaştırılmış,
3
yıllık
takipte
disparoni
açısından
anlamlı
bir
fark
saptanmamıştır.
Yine
minisling
(Ajust)
ile
obturator
tape
karşılaştıran
başka
bir
randomize
çalışmada,
minisling
grubundaki
2
hasta yeni başlayan disparoni bildirirken obturator tape grubundaki hiçbir hasta disparoni bildirmemiştir.
Çalışmanın
temel
limitasyonları;
kısa
takip
süresi
(3
yıl),
kör
çalışma
olamaması
(fizibilite
nedenli)
ve
istenmeyen
etkileri
belirleyebilmekteki
yetersizliğidir.
Hem
minisling
hem
de
midüretral
slinglerde,
geç
başlangıçlı
şikayetler,
operasyonun
etkisinin
zaman
içinde
gerilemesi
veya
her
ikisi
de
literatürde
raporlanmıştır
bu
nedenle
daha
uzun
dönem
güvenilirlik
ve
etki
verilerine
ihtiyaç
duyulmaktadır;
10
yıllık
takip
içeren bir çalışma planlanmaktadır.
SIMS
çalışmasında,
ayarlanabilir
kancalı
minislingler,
tension-free
midüretral
slinglere;
15.aydaki
hasta
memnuniyetine göre, eş değer özellikte bulunmuştur. Gruplar arası fark; 36.ayda da benzer kalmıştır.
Giriş
Dismenore
veya
menstrüel
ağrı
adölesan
kızlar
ve
genç
kadınlar
arasında
en
yaygın
menstrüel
semptomdur.
Prevalansı %50-90 arasında değişmektedir.
Dismenore Tanımları
Primer
dismenore;
pelvik
patoloji
yokluğunda
görülen
ağrılı
menstrüasyon
durumunu
tanımlar.
Primer
dismenore
karakteristik
olarak
menarştan
6-12
ay
sonra
ovulatuar
siklusların
başlaması
ile
başlar.
Patofizyoloji
prostaglandinler ve lökotrienler gibi inflamatuar mediatörler ile ilişkilidir.
Sekonder
dismenore;
pelvik
patoloji
veya
tanı
almış
medikal
durumlara
bağlı
ağrılı
mensleri
tanımlar.
Sekonder
dismenorenin
en
yaygın
nedeni
endometriozistir.
Diğer
nedenler
adenomyozis,
enfeksiyonlar,
myomlar,
Müllerian
anomaliler,
obstrüktif
reprodüktif
trakt
anomalileri,
veya
ovaryan
kistlerdir.
Dismenorenin
aksine;
kronik
pelvik
ağrı,
pelvik
bölgede
6
ay
veya
daha
uzun
süredir
devam
eden
sürekli,
aralıklı,
dönemsel
veya dönemsel olmayan ağrıyı ifade eder.
Dismenore ile İlişkili Semptomlar
Dismenoreye
eşlik
eden
durumlar
kadın
doğum
uzmanları
tarafından
tanınmalıdır.
Bulantı,
kusma,
ishal,
baş
ağrısı ve kas krampları dismenore ile ilişkilendirilebilir.
Düşük
uyku
kalitesi,
uyku
başlangıcında
rahatsızlık,
gecikme,
uyku
etkinliğinde
azalma
şiddetli
dismenore
hastalarında
orta
şiddetteki
dismenore
hastalarına
göre
daha
fazla
bildirilmiştir.
Bu
semptomlarla
ilişkili
olarak
dismenore
tekrarlayan,
kısa
süreli
okuldan
uzaklaşmaların
başlıca
nedenidir.
Bir
araştırmaya
göre
14-20
yaş
arası
adölesan
kızların
%12’si
her
ay
dismenore
nedeni
ile
bir
kaç
gün
kaybediyor
ve
her
4
kızdan
biri
ağrı
nedeni
ile
doktoru
görmeksizin,
ağrı
nedeni
araştırılmadan
her
ay
ağrı
kesici
kullanıyor.
Kronik
dönemsel
olmayan
ağrı
yaşayan,
laparoskopi
yapılan
adölesanların
2/3’ünde
endometirozis
izleniyor.
2015
yılında
laparoskopi
ile
endometriozis
tanısı
alan
adölesan
kızlardan
(ortalama
yaş
17.2)
çoğu
dönemsel
olmayan,
menstrüasyon
dönemi
dışında
olan
ağrı
ile
prezente
olmuştur
ve
preoperatif
dönemde
%56’si
en
az
bir
gastrointestinal semptom, %52’si en az bir genitoüriner semptom tariflemiştir.
Adölesanlarda Dİsmenore ve Endometrİozİs
Özetleyen: Dr. İrem Usta Korkut
Primer Dismenorenin Araştırılması
Adölesanlar medikal bakıma ulaşma konusunda gecikme yaşayabilmektedir.
Aynı
zamanda
pelvik
ağrı
tanısı
için
geçen
süre
adölesanlarda
daha
uzundur
(adölesanlarda
5.4
yıl,
yetişkinlikte
semptomu
başlayan
kadınlarda
tanı
süresi
1.9
yıl).
Bununla
birlikte
başlangıç,
araştırma,
tanı
koyulması
ve
tedavide
bir
gecikme
tüm
yaşlardaki
dismenore
hastaları
için
ortaktır.
Sınırlayıcı
etkenler;
sigorta
kapsamı
konusunda
yaşanan
güçlükler
ve
klinisyenin
kronik
ağrı
durumları
konusunda
bilgi,
zaman
ve
ilgi
eksiliğidir.
Bir
hasta
sadece
primer
dismenore
semptomları
ile
başvuruyorsa
pelvik
muayene
gerekli
değildir.
Bununla
birlikte
cinsel
yolla
bulaşan
enfeksiyon
bulguları
varsa
pelvik
muayene
eklenmelidir.
Hasta
menarş
sonrası
şiddetli
dismenore,
giderek
kötüleşen
dismenore,
anormal
uterin
kanama
(şiddetli
menstrüel
kanama
veya
düzensiz
kanama),
siklus
ortası
veya
düzensiz
ağrı,
infertilite,
ampirik
medikal
tedaviye
cevapsızlık,
ailede
endometriozis
öyküsü,
renal
anomali,
diğer
konjenital
anomaliler
(omurga,
kardiyak,
gastrointestinal
anomaliler),disparoni tarifliyorsa klinisyenler sekonder dismenoreden şüphelenmelidir.
Primer Dismenorenin Yönetimi
-Nonsteroid Antiinflamatuar İlaçlar
NSAİİ’lar siklooksijenaz aracılı prostaglandin üretimini engelledikleri için birinci tedavi seçeneğidir.
NSAİİ dozları bireyseldir
(tablo 1)
İlaçlar
menstrüasyon
başlangıcından
1-2
gün
önce
başlanıp,
adetin
ilk
2-3
günü
devam
edildiğinde
daha
etkilidir.
Bir
ajan
yeterli
rahatlamayı
sağlamazsa
farklı
bir
ajan
denenebilir.
Çünkü
opioid
reçete
edilen
çocuklar
7
günlük
kullanım
sonucunda
dahi,
ilaç
kesilmesine
bağlı
yoksunluk
semptomları
yaşayabilirler.
Opioidler
dismenore için kullanılmamalıdır.
-Hormonal Ajanlar
Eğer
NSAİİ’lar
yeterli
rahatlamayı
sağlamazsa
hormonal
ajanların
verilmesi
de
birinci
seçenek
olarak
düşünülebilir.
Nonsteroid
antiinflamatuar
ilaçlar
devam
edebilir
veya
hormonal
tedaviye
gerektiğinde
eklenebilir.
KOK,
kontraseptif
yama
veya
vajinal
halka,
progestin
implantları,
Im
veya
SC
depomedroksiprogesteron asetat ve LNG RİA dismenore tedavisinde etkindir.
Hormonal
metodlar
endometrial
proliferasyonu
ve/veya
ovülasyonu
önleyerek
etki
gösterir.
Kesintisiz
OKS
kullanımı
siklik
kullanım
ile
karşılaştırıldığında
ağrı
azaltılmasında
daha
hızlı
etki
gösterir,
fakat
her
iki
rejim
ile
uzun
süreli
başarı
mümkündür.
FDA
onayı
olmamakla
birlikte
5
mg
Norethindrone
kesintisiz
kullanımının
18-23
yaş arası kadınlarda dismenoreyi azalttığı gösterilmiştir.
GNRH
agonistlerinin
primer
dismenore
hastalarında
ampirik
kullanımı,
kemik
mineral
yoğunluğuna
etkisindeki
çekinceler nedeni ile önerilmemiştir.
-Tamamlayıcı Ve Alternatif Tedaviler
Çemen
otu,
zencefil,
kedi
otu,
ballıbaba,
çinko
sülfat,
balık
yağı,
vitamin
B1
desteğinin
yararlı
olabileceğine
dair
kanıtlar
sınırlıdır.
Yakın
dönemde
yapılan
bir
çalışma
ortalama
yaşı
14.7
olan
adölesanlarda
9
hafta
yüksek
doz
D
vitamini
almanın
dismenoreyi
azalttığını
göstermiştir.
Bununla
birlikte
diğer
çalışmalar
D
vitamini
konusunda
sınırlı
etki
göstermiştir.
TENS,
akupunktur,
bitkisel
ilaçlar
ve
yoga
bazı
çalışmalarda
dismenorede
iyileşme
göstermiştir.
Fakat
kanıtlar
bu
tedavileri
birinci
seçenek
veya
alternatif
olarak
gösterme
konusunda
desteklemez.
Primer Dismenoreye Cerrahi Yaklaşım
-Primer Dismenorenin Takibi
Seçilen
tedaviden
bağımsız
olarak
primer
dismenore
tanısı
koyulan
bir
hasta,
tedaviye
yanıtı
bakımından
izlenmelidir. Primer dismenore tedavisine verilen cevap tanıyı destekler.
Bir
hasta
3-6
ay
tedaviye
rağmen
klinik
iyileşme
göstermiyorsa,
kadın
doğum
uzmanı
ikincil
nedenleri
ve
tedaviye uyumu sorgulamalıdır. Tedaviye uyum var ise bir başka hormonal metod 3 ay denenebilir.
Şüpheli Sekonder Dismenorede Değerlendirme
Bir
hasta
ampirik
tedaviden
3-6
ay
sonra
pelvik
ağrı
yaşıyorsa
daha
ayrıntılı
bir
değerlendirme;
potansiyel
gastrointestinal,
ürolojik,
muskuloskelatal
ve
psikolojik
etiyolojilere
odaklanmış
fizik
muayene
yapılmalıdır.
Pelvik
muayenede
endometriozis,
obstrüktif
reprodüktif
trakt
anomalileri,
genişlemiş
veya
düzensiz
şekilli
uterus,
servikal
frajilite,
akıntı,
pelvik
kitleler
(over
kisti),
vajinismus
ve
diğer
pelvik
taban
bozuklukları
tanınabilir. Ultrason ve MR tanı için kullanılabilir.
-Reprodüktif Trakt Anomalileri
Hymenal,
vaginal
veya
Müllerian
kanalın
obstrüktif
anomalileri
sekonder
dismenoreye
sebep
olabilir.
Reprodüktif
trakt
anomalilerinin
sıklığının
%0.1-
3.8
olduğu
tahmin
edilmektedir.
Tedavinin
amacı
patent
bir
çıkış
yolu
oluşturmak,
semptomları
ve
endometriozisi
azaltmak
ve
retrograd
menstrüasyona
bağlı
adezyonları
azaltmaktır. Ancak cerrahi düzeltmeye rağmen persistan endometirozis vakaları bildirilmiştir.
-Şüpheli Endometirozis
Endometriozis
adölesanlardaki
sekonder
dismenorenin
başlıca
nedenidir.
Aile
hikayesi
şüpheyi
arttırır.
Birinci
derece akrabalarında endometriozis olan hastaların riski 7-10 kat artmıştır.
Endometriozis
kronik
pelvik
ağrı
nedeni
ile
laparoskopi
yapılan
kadınlarda
en
sık
rastlanan
bulgudur.
Adölesanlarda
endometriozisin
gerçek
prevalansı
bilinmemekle
birlikte;
NSAİİ
ilaçlara
ve
hormonal
tedaviye
cevap
vermeyen
adölesanlara
kronik
pelvik
ağrı
nedeni
ile
laparoskopi
yapıldığında
2/3’ünde
endometriozis
izlenir.
Tedaviye
rağmen
dismenoresi
devam
eden,
ağrıyı
açıklayan
başka
bir
neden
bulunmayan
hastalar
olası
endometriozis
hakkında
bilgilendirilmeli
ve
laparoskopinin
risk
ve
yararları
konusunda
konuşulmalıdır.
Laparoskopi,
endometriozisin
varlığını
veya
yokluğunu
doğrulama
veya
adezyonlar
gibi
ağrıyı
açıklayan
nedenler
bulma
konusunda
fayda
sağlayabilir.
Ayrıca
endometriozis
lezyonlarına
koagülasyon,
ablasyon,
adezyolizis
yapılabilir.
Laparoskopi
ile
ilişkili
riskler
ise
anestezi
yan
etkileri,
VTE,
kanama,
enfeksiyon,
yara
yeri
enfeksiyonu,
adezyon,
çevre
dokularda
yaralanma
olabilir.
Karar
süreci
hastalar,
aileler
ve
jinekologlar
ile
görüşüldüğünde;
laparoskopi
ve
patolojik
tanıdan
kaçınılarak
şüpheli
endometriozis
için
medikal
tedavi
seçenek olabilir.
-Endometriozis için Laparoskopi
Adölesanlarda
endometriozis
yetişkinlerden
farklı
görünebilir.
Adölesanlarda
endometriotik
lezyonlar
tipik
olarak
berrak
veya
kırmızı
olabilir
ve
adölesan
endometriozise
alışkın
olmayan
jinekologlar
tarafından
anlaşılması
güç
olabilir.
Berrak
lezyonlara
biyopsi
ve
ablazyon
yapılabilir
ancak
vizüel
tanı
da
tedaviye
başlamak
için
yeterlidir.
Laparoskopi
ile
tanı
alan
çoğu
adölesan
evre
1-2’dedir,
ancak
lezyonların
boyutu
ve
evresinin
semptomların
şiddeti
ile
ilişkili
olmayabileceği
akılda
tutulmalıdır.
Gözlemde
erken
evre
lezyonlar
izlense
bile
düzgün
ve
kırmızı
lezyonlar
erişkindeki
barut
yanığı
lezyonlara
göre
metabolik
olarak
daha
aktiftir,
daha fazla prostaglandin üretimi, ağrı ve inflamasyonla ilişkilendirilirler.
LNG
RİA;
OKS’ye
cevap
vermeyen
dismenore
ve
endometriozis
ile
ilişkili
dismenoreyi
azaltır.
Bununla
birlikte
LNG RİA’nın endometriozis için FDA onayı yoktur.